Ayhan Bilgen'in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

Sadece iktidarın konuştuğu yerde, anlatılanların büyük çoğunluğu gerçek dışıdır, derler. Savaşta önce hakikat ölür. Bundan 68 yıl önce Kore Savaşı'na mehmetçikler gönderilmişti. 1950'de 721 asker hayatını kaybetti. O zaman Kore Savaşı'na karşı bildiri dağıtanlar tutuklandı.

Doktorlar insanları yaşatmak için var. Doktorlardan ölü seviciliği bekliyorlar. Doktorlar insanlar ölmesin, dediğinde birileri rahatsız olup operasyon yapıyor. Yine Akademisyenler hedefe konuluyor. Milletvekillerine çağrı yapan akademisyenler medya önünde infaz ediliyor. Pendik'te ilçe binamızı yakanlar gözaltına alındıktan sonra delil yok denilerek serbest bırakılıyor.

Bu atmosferde barışı savunmanın bedelini konuşacağız. Mehmet Ali Birand savaş gazeteciliğinin ünlü isimlerindendir. Yıllardır bölgede süren savaş konusunda halkı kandırdık, demişti. O öldü ama bugün hala devam ediyor bu. Savaş olmasa bugün hamile bırakılan 115 çocuğu konuşacaktık. Saray'a alınan yeni makam arabalarını, tek tip kıyafet zorunluluğunu, benzine zammı konuşacaktık. Ama bugün insanlar savaşı izlemeye mahkum ediliyor.

Kuran'dan barış mesajı almak istemeyenler savaşa dair alıntılar yapıyor. Bugün zeytin dalı barışın değil, savaşın mesajı olarak kullanılıyor. 100'ün üzerinde sivilin yaralandığı uluslararası raporlara yansıdı. Gelen fotoğraflar savaşın ne ifade ettiğini yansıtıyor.

Savaşı savunmaya devam edenler olacak, biz de buna karşı savaşı savunmaya devam edeceğiz.

ÖSO, bütün dünyanın bildiği birleşik bir yapıdır. ÖSO'nun içerisinde 12 yaşındaki çocukların kafasını kesen komutanlar da var. Bu grupların geçtiğimiz dönemde İngiltere'den maaş alarak savaştıklarını biliyoruz, ABD'!yle yan yana geldiklerini biliyoruz. Ama bunların hiç birini hatırlamak istemiyoruz. Bugün Türkiye'nin partneri olduğuna inandırmak istiyorlar. ÖSO Özgürlük savaşı veriyorsa, bu savaşı kime karşı veriyor, hükümet bunu açıklamalı. Orta Asya'dan 100 dolar karşılığı savaşmak için getirilenler ne zamandır Suriye'yi yurt olarak görüyor? Savaş televizyondan izlenecek bir şov olarak görülürse silah tüccarları için ciddi bir pazar oluşturur.

Türkiye bir süredir sadece OHAL değil savaş haliyle yönetilmek isteniyor. Başka bir yönetimin mümkün olmadığı ifade ediliyor.

Afrin ne zamandır Türkiye için tehdit oluşturuyor? Aldığınız o tepeler ne zaman sorunu çözdü?

Orduların görevi savaşmaktır, siyasetçinin görevi ise barışın yolunu bulup savaşı bitirmek için çaba harcamaktır. Eğer siyasetçilerle askerlerin görevi birbirine karışırsa o ülkede siyaseten söylenecek söz kalmaz. Siyasetçi savaş çığırtkanlığı yaptıysa kendi görevinden kaçmış demektir. Biz halkları savaş felaketinden korumakla sorumluyuz. Türkiye'nin savaş koşulları dışında da yönetilebileceğine, özgürlüklerin barış ortamında yaşatılabileceğine inanıyoruz.

Barışın olmadığı yerde güvenlik ve güven ortamı da olmaz. Çünkü hayatı korku dizayn eder. Hangi engelleme olursa olsun, haksızlık karşısında direnmeyi tercih edeceğiz.

Siyasette 2 temel psikoloji vardır; biri korku, diğeri güven. Korku statükoyu, güven ise değiştirmeyi temsil eder.

Özellikle Türkiye'nin içerisinde bulunduğu durumdan nasıl çıkılabileceğine ilişkin güzel bir söz: Yol cümleden uludur. Hz. Ali'nin sözü. Yürüyüşünüz insani değerleri korumak üzerineyse yol cümleden uludur. Bu bir geleneği ifade ediyor. İşte bu gelenek Türkiye siyasetine farklı bir yaklaşım olarak yansımıştır. Bir yanda Muaviye'nin, öte yanda saltanatı elinin tersiyle iten Hz. Ali'nin geleneği vardır.

Biz böyle bir ortamda yürüyüş sürdürmeye çalışıyoruz. Yürüyüşümüzü kongremizle sürdürüyoruz. 11 Şubat hiç bir isim tartışmasına boğulmadan bu uzun yürüyüşe yakışacak bir şekilde bitecek. Şimdiden herkesi bu yürüyüşe davet ediyoruz.

Editör: Haber Merkezi